Geçtiğimiz günlerde Fonksiyonel Tıp’ın babası olarak kabul edilen Dr. Jeffrey Bland’in bir makalesi yayınlandı. Dr. Bland medyatik olmadığı için diğer medyatik hekimler kadar ön plana çıkmasa da dünyada FT’ı ilk gündeme getiren ve uygulayan kişi. Ayrıca IFM’in Yönetim Kurulu üyelerinden biri. Aşağıda özetlediğim makalesi bence önemli bir konuya işaret ediyor. Öyle ki alandaki diğer fonksiyonel hekimleri de benzer konuları gündeme getirmeye teşvik etti.
Makaleden notlar şöyle;
Dünya nüfusunun büyük bölümünü tehdit eden ve başta yaşlı nüfus olmak üzere milyonlarca kişinin ölümüne neden olacak olan Covid-19 için aşı ve terapötik ilaçlar geliştirmek amacıyla tüm dünya yarış halinde. Bu konuda ARGE’ye milyarlarca dolar para akıyor. Buna karşın pademiye cevap olarak etkili bir BAĞIŞIKLIK oluşturma konusundaki anlayışımız ise hala sınırlı.
COVID-19 Mart 11, 2020’de resmi olarak pandemi ilan edildi. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) bu konuyu Wuhan, Çin’de rapor edildiği Ocak ayından bu yana yakından takip ediyor. Solunum yolu enfeksiyon virüsleri SARS ve MERS konusundaki tecrübelerden dolayı halk sağlığı konusundaki alarm durumuna haftalar içinde geçildi. Yüksek endişe uyandıran 2 konu ise; Virüsün Yayılma Hızı ve Ciddiyeti oldu.
Haziran 17, 2020’de tüm dünyada 8 Milyon Covid19 vaka ve 440 bin ölüm gerçekleşti (güncel veriler için bkz Worldometer). COVID-19 bize yeni verileri eş zamanlı inceleme olanağı da sundu. Enfeksiyonun gelişimine bakıldığında açıkça görüldü ki enfeksiyona yakalanma ve hastalığın ciddi seyri gibi konularda insanlar arasında belirgin farklılıklar var.
Saygın bir bilimsel dergi olan The Lancet, Wuhan’daki COVID-19 enfeksiyonu hakkındaki ilk uluslararası raporunu Şubat 15, 2020’de yayınladı. Bu makalede virüsün akut solunum bulguları ve birçok diğer kompleks medikal problemler ile ilişkisine değindi. Mart 2020’de devamı niteliğinde bir diğer makalede ölüm oranı riski ve komplikasyonlar ile ilgili olarak kişilerdeki eş zamanlı diğer hastalıkların (comorbidities) varlığına dikkat çekti. Hastalığın ciddi seyri ile ilişkili olarak; İlerleyen yaş, hipertansiyon, obezite ve diyabet vurgulandı.
Virüsün zaman içindeki seyri bu bulguları doğrular nitelikte. Tüm dünyada halihazırda bu hastalıklara sahip olan hastalarda COVID-19 daha ciddi seyretti.
Açıkça görüldüğü üzere mevcut hastalıklar konusunda ciddi bir bağlantı var. Metabolik Sendrom ve inflamasyon konularında 30 yılı aşkın süredir yaptığım araştırmalar beni başka bir düşünceye yöneltiyor. Eşzamanlı hastalıklar bireyin genetik yapısı, yaşam şekli, yaşadığı çevre, hastalığın sosyal belirleyicileri ve beslenme gibi oldukça karmaşık bir etkileşim sonucu ortaya çıkıyor. Metabolik Sendrom pandemisi birçok açıdan araştırmacılarının radarında. Bulaşıcı olmayan hastalıklar sınıfındaki bu hastalıklar ve ölüm riski geçtiğimiz yıllarda küresel bir endişe olarak dile getirildi. Mayıs 2020’de Lancet’de yayınlanan bir diğer makalede COVID-19 bu hastalıklara karşı önlem ve kontrol konusundaki aciliyeti de artırdığı konu oldu.
Eş zamanlı hastalıklar metabolik sendrom ve COVİD-19’ın ciddiyeti kronik inflamasyon ve değişen bağışıklık fonksiyonlar ile bağlantılıdır. “İnflammaging” yaşlanma, insülin direnci, obezite ve hipertansiyon gibi hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan kronik inflamasyonun tanımlayıcısı olarak kullanılan bir terim. Şu an tüm dünya gündeminde COVID-19 ve olası ek salgın tehditleri var. O halde sormamız gereken ilk soru bağışıklık fonksiyonlarının değişmesi ne zaman dünyanın sağlık sorunu oldu ? Birçok ülkede kitleleri etkileyen kronik inflamasyonun nedenleri nedir ? Ve bu durumu düzeltmek için ne yapılabilir ?
Problem Üzerinde Çalışma
Bu sorunun cevabı için son 50 yıla yakından bakmak gerekiyor. Bu hastalıklar ABD gibi sanayileşmiş ülkelerde 1970’lerin sonunda başladı ve kısa sürede diğer ülkelere de yayıldı. 2011’de o tarihte WHO direktörü olan Dr. Margaret Chan bu tür hastalıkları çok büyük bir sorun ve birçok ülke için olası bir felaket olarak tanımladı. Dr. Chan COVİD-19’u 9 yıl önce ön görmüştü. Aynı yıl Oxford Ü’den Dr. David Stuckler da ‘Hasta Toplumlar: Kronik Hastalıklara Karşı Küresel Yanıt’ adıyla bir textbook/ders kitabı hazırlamış ve benzer konulara işaret etmişti. 2006’de İngiliz Fizikçi ve küresel sağlık analisti olan Dr. Luke Allen de ‘Bulaşıcı Olmayan Hastalıklar Pandemisi ile mi karşı karşıyayız?’ Diye makale yayınlamıştı. Makalesinde kronik hastalıklardaki ve buna bağlı erken ölümlerde küresel artışa dikkat çekmişti. Dr. Allen WHO viral pandemi cevabı sonrasında küresel ekonomi ve halk sağlığı üzerindeki etkileri bakımından ortak özelliklerdeki bulaşıcı olmayan hastalıklar pandemisi / küresel metabolik sendrom pandemisi üzerinde çalışılmasını önerdi.
Metabolik sendrom, kronik inflamasyon durumu. Kan basıncı ve kan şekerinde artış, artan beden kitle endeksi (BMI) ve azalan iyi kolesterol (HDL) ve insülin hassasiyeti ile karakterize edilir. Günümüzde Amerika nüfusunun %30’u metabolik sendrom (MS) yaşıyor. Teknik olarak MS bir hastalık değil. Eş zamanlı hastalıklarla ilişkili ve hastalıklara karşı direnci düşüren bir durum olarak tanımlamak daha doğru. MS olan kişiler bulaşıcı olmayan hastalıklar ve COVID-19 gibi virüslere karşı daha yüksek risk grubunda.
Mayıs 2020’de yayınlanan bir makalede ‘ COVID 10 Risk Faktörleri Olarak Diyabet ve Metabolik Sendrom’ konusu ele alınıyor. Ve sadece hastalığa yakalanma riskini değil aynı zamanda bağışıklık sisteminde değişimlerin etkisi ile daha ciddi sonuçlar doğurduğuna işaret ediliyor.
SONUÇ OLARAK ;
COVID-19 halihazırda mevcut olan coronavirus ailesinin yeni bir üyesi. Ve bilindiği üzere enfekte etme oranı çok yüksek. Ayrıca semptom göstermeyen bireylerce taşınması, hastalığın ciddiyeti ve enfeksiyonun klinik tablosu çok farklılık gösteriyor. Vücudun tüm sistemleri (solunum, dolaşım, kardiyovasküler, bağışıklık, böbrek ve karaciğer, sindirim ve nörolojik) etkileyebiliyor. COVID-19’den etkilenen organ sistemlerinde Angiotensin-converting enzyme 2 (ACE2) reseptörleri virüsün hedefi ve virüs bu reseptörlere bağlanır. Güncel araştırmalar kronik bir inflamasyon var ise virüsün ACE2 reseptörlerine daha kolay bağlanabildiğinizi gösteriyor.
COVID 19 yüzeyindeki dikensi çıkıntılar gibi görünen proteinler virüsün vücudun birçok dokusunda mevcut olan ACE2 reseptörlerine bağlanma yeteneğini artıran ve COVID-19’u diğer coronavirüslerden da ayrıan bir özellik.
Virüs kandaki furini (kandaki birçok spesifik proteini aktive eden bir enzim) kaçırarak virüsün ACE2 reseptörlerine bağlanmasını ve hücre içine girmesini kolaylaştırır. Kandaki furin düzeylerinin regülasyonu ise bağışıklık sistemi ve inflamasyondan etkileniyor. Örneğin kanda kolesterol yüksekliğinde furin virüs saldırısına karşı daha savunmasız kalıyor. Virüsün furin düzeyini etkileme ve bu yolla enfekte oranın artması COVID-19’a (SARS-COV-2) özel bir durum.
Furin birçok biyokimyasal süreci regüle eden bir protein grubuna aittir. Bağışıklık hücreleri de dahil değişik hücre tipleri tarafından üretilir. Metabolik sendromla (hipertansiyon, obezite, artan trigliserit, insülin hassasiyeti, inflamasyon) ilişkilendirilen eş zamanlı hastalıklara sahip kişilerde Furin seviyesi anormal seyreder. Otoimmun hastalıkları olan kişilerde de furin düzeyi yüksektir. Sonuç olarak bazı araştırmalar metabolik sendrom, inflamasyon ve COVID-19 komplikasyonu arasında bağlantı gösteriyor.
Metabolik sendrom hipertansiyon ve diyabet gibi hastalık riskini dramatik olarak yükseltiyor. Bu da neticesinde bizi COVID-19’a bağlı daha ciddi sonuçlar ile karşı karşıya getiriyor. MS’a bağlı hastalıklar kandaki furin düzeylerini artırarak bağışıklık fonksiyonlarını baskılıyor. Sonuç olarak MS sorunları olan biri COVID-19’e maruz kaldığında virüs baskılanmış bir bağışıklık sistemi ve hücreye bağlanmasını kolaylaştıracak ekstra furin avantajı elde ediyor. Dünyanın şimdi dikkatini çeken mekanizma ise pandemi (COVID-19) içinde pandemi (Metabolik Sendrom) olarak isimlendirilebilir.
STRATEJİ BELİRLEME
Artık COVID-19 hakkında çok şey biliyoruz. Genetik profili ve kendine özgü yapısı anlaşıldı. Vücut içinde infektivite ACE2 reseptörlerine bağlanan virüsün aksiyonlarına bağlı. Artık COVID-19’ın kanımızdaki – Furin- enzimini çaldığını ve bu yolla virüsü daha daha aktif ve patojenik hale getirdiğini biliyoruz. Eş zamanlı hastalıkların baskılanan bağışıklık nedeniyle virüsün zararını artırdığını biliyoruz.
Tüm bu bilgiler mevcut pandeminin yayılmasını engellememizi ve olası gelecek pandemilere hazırlıklı olmamızı nasıl sağlar ? Bunun en iyi ve açık adımı metabolik sendrom yaygınlığını azaltmak. Yaşam stili, çevresel ve beslenmeyle ilgili birçok faktör; kronik inflamasyon, metabolik sendrom sonucu abnormal bağışıklık fonksiyonu ile ilişkili. Akdeniz Diyeti – taze sebze ve meyveler, tam tahıllar, saf soğuk sıkım z.yağ, çiğ kuruyemişler, tohumlar ve Omega 3 zengini balıklar, az şekerli diyet metabolik sendrom ve eş zamanlı hastalıklar üzerinde pozitif etkileri vardır ve inflamasyonu düşürür.
GIDA İLAÇTIR – Güncel bir araştırmaya göre beslenme değişiklikleri COVID-19 enfeksiyon olasılığını ve hastalığın ciddi seyrini azaltıyor. Bir diğer araştırmaya göre metabolik sendroma yönelik sağlıklı beslenme inflamasyonu azaltıyor ve bağışıklık fonksiyonlarını geliştiriyor.
Fitokimyasallardan zengin besinlerden oluşan sebze ve meyveler içeren metabolik sendrom ile ilişkili eş zamanlı hastalıkları azaltıyor. Quercetin ve luteolin gibi fitobesinler COVID-19’da ACE2 reseptörlerine bağlandığı ve enfeksiyona karşı koruma oluşturduğu görülmüştür.
Güncel bir araştırmada Quercetin ve D vitaminin inflamasyon azaltıcı ve bağışıklık fonksiyonlarını geliştirici etkisi konu alınmıştır. Açıkça görülüyor ki yaşam şekli, çevre ve beslenme ile ilgili değişiklikler, bağışıklık sistemi ve dolaylı olarak da COVID-19 üzerinde etkilidir. Araştırmalar fiziksel fitness (hareket) artırılması, obezitenin azalması, uyku kalitesinin yükselmesi gibi faktörlerin bağışıklık ve COVID-19 gibi viral enfeksiyonların etkisinin azaltılması konusunda etkili olduğunu göstermektedir.
COVID 19 bir yerde alarm zili çaldı. Metabolik Sendrom Pandemisi gerçeği bu konuda uyarılar içeren alan araştırmalardan 12 yıl sonra COVID-19 etrafında tekrar gündeme geldi. Artık bu konuda ne yapmamız gerektiğini biliyoruz. Ancak bunun için de sağlık sistemi yapısı ve fonlamaları konusunda ciddi değişiklikler de yapmak gerekiyor. Yeni düşünce şekli ve yeni stratejilerin başarıyla uygulanması pandemi farkındalığı yaşadığımız bu dönemde kritik öneme sahip.
KAYNAK
COVID-19: A Pandemic Within a Pandemichttps://medium.com/@jeffreyblandphd/covid-19-a-pandemic-within-a-pandemic-fd0f4fca373b
Bir cevap yazın