Sevdiğim bir arkadaşım geçtiğimiz günlerde ani bir şekilde yurt dışına taşınma kararı aldı. Bu kararını bana ilk söylediğinde tecrübeli bir ‘göçmen kuş’ olarak aklıma ilk gelen öneri ‘Gideceksen ruhunu da al git. Ruhun bedeninden ayrı düşerse tutunamazsın!’oldu.
Ne zaman birini göçmek için heyecanla kanat çırparken görsem empatik yanım devreye girer. Yavrusuna hayatı anlatmaya çabalayan anne edasıyla içimden ona onu nelerin beklediğini anlatmak gelir. Olur da fikrimi sorarsa başlarım anlatmaya.
‘Kültür şoku!’ dediğin şey aslında aidiyet hissinin yok oluşudur kanımca. Ve bu şok göç eden insana dalgalar halinde gelir. Aşama aşama geçersin birinden diğerine. Önce heyecanın doruk yapar; baharda cıvıldaşan kuşlar gibi hafif ve keyiflisindir. Sanki sırtından bir yük inmiştir (zira birçoğumuz bir çıkmaza girme anında bu kararı alırız) ve yeni bir hayata doğru kanat çırpmanın heyecanı sarar her yanını. Hayat çok keyifli ve sen çocuklar gibi mutlusundur.
Aradan geçen bir süre sonra gittiğin yerin artık yeni ‘yuvan’ (!) olduğunu algılamaya başlayınca o çocuksu heyecanının yerini birden bire ‘Ben neredeyim ? Buraya neden geldim?’ gibi sorular almaya başlar. Her şeyi sorgulamaya ve ardında bıraktıklarına özlem duymaya başlarsın. İşte bu nokta dar bir geçiş noktasıdır. Zira o an anlamasan da birgün anlarsın ki ‘GERİYE BAKARAK UÇAMAZSIN !’
Sanırım en güzel uçanlar yine genç kuşlar oluyor. Eğer eskilerin tabiri ile yolun yarısını (35) geçtikten sonra başka ülkelere göçme kararı almışsan ışın daha zor. Zira istesen de istemesen de sırtında yüklü anıların ve biriktirmişliklerin vardır. İnsan yıllarca ne çok şey biriktirdiğini ancak ayrılık anında anlıyor. İşte bu duyguydu aylar sonra beni de bir küçük odada köşeye sıkıştıran !
O gün yatakta uzanmış tavanı izleyip kafamın içindeki ‘neden?’ Soruları ile boğuşurken birden yüreğimin suları kabardı ve gözlerimden dışarı kontrolsüzce boşalmaya başladı. Dedim ki ama ben burada (Toronto) daha hala evim gibi hissetmedim ki. Bir kuaförüm bile yok. Haftasonu ailemle buluşup saatlerce sohbet ederek kır bahçelerinde yaptığımız o açık büfe kahvaltılar yok. Ne bileyim işte, alıştığım herşey uzağımda kaldı. Ve ben hala öğrenemedim ne yolları, ne mekanları ve bulamadım henüz gerçek dostları.
Ağladım saatlerce..! Gözümde canlandı artık olmayan işime giderken içinden geçtiğim o sokaklar. Arabam, evim, kahvemi yudumladığım balkonum, balkondaki çiçeğim ve manzaram. Komşularım, köşe büfedeki yaşlı amca, kasap, çok sevdiğim semt pazarım ve kendimi şımartmak için yapmayı sevdiğim tüm alışkanlıklar. Bir bir defterler ortaya serilmişçesine zihnime anıları yığdılar.
İşte o anlar kabuktan çıkmak için zorlandığın doğum anları gibidir. İki seçeneğin vardır. Ya anılarla boğuşmaya devam eder ve ağırlaşırsın. Ya da kabuğunu kırar ve yeni yuvanda kanat çırparsın. Herşey zihinde bitiyor nihayetinde. Niyetlerinin ve azminin de elinden tutmalısın o anlarda…
Bunları baştan bilmek yeni kuşlara kendilerini iyi hissettirir belki diye düşünürüm hep. Bunun doğal bir süreç olduğunu, çoğumuzun bu süreçten geçtiğini. Göçmen kuş olmanın bu rüzgarlarla karşılaşıp bir alçalıp bir yükselerek uçmak olduğunu.
O yüzden ki aradan geçen yıllar sonunda benim çıkardığım özet. Göçtüğünde ruhunu da yanına al ! Ve bir atasözünün dediği gibi ‘Roma’da Romalılar gibi yasa’. Neyse ki globalleşen dünyada artık yurt dışında ‘şekersiz sakız’ bulunca ağlamak da gerekmiyor. Ve en büyük zorluk kimseye ihtiyaç duymadan kendin olarak güçlü olabilmek, çalışan bir insansan profesyonel hayata yeniden adım atabilmek ve zor da olsa yeniden gerçek dostluklar geliştirebilmek.
O yüzden ki bana ‘Göçmeden önce yapılabilecek en akıllıca şey nedir ?’ diye sorarsanız öncelikle ‘zihninizi buna programlayın!!’ derim.
Sizi yeni hayatınızda bekleyen hayat hiç de öyle dışarıdan göründüğü gibi ya da size anlatıldığı gibi toz pembe değildir. Alıştığınız her şeyi unutup yeni şeylere alışmanız, herşeyi sil baştan öğrenmeniz ve en zoru da kendinizi yeni baştan ispat etmeniz gerekir. Sisteme girmek ve aidiyet hissini kazanmak bazen yıllar alır. O süreçte esnek olursanız dayanıklı olursunuz ve hedefe odaklı uçarsanız da daha hızlı yol alırsınız. Yaşanılan yerin dilini iyi bilmek (hem iletişim, hem de duygu ve kültür dili) ve farklı kültürlerde insanlarla kaynaşmak, farklı kültürlerin yeme ve sosyal alışkanlıklarına ortak olmak aidiyet duygusunu çabuk kazanmanızı sağlar. İşte o an gerçekten ‘Eviniz’ olur.
Yıllar önce eğitim amacıyla birkaç aylığına Amerika’da bir üniversiteye geldiğimde orada tanıştığım tecrübeli bir göçmen Türk arkadaşın sözleri gelir hep kulağıma. ‘İlk gün uçaktan inip kalacağın mekana giderken yaşadığın o duygu, eğer oraya yaşamak için geldiysen farklıdır !’ demişti. O zaman çok anlamamıştım ama sonradan anladım bu duygunun farkını. İnsanın gözleri ve yüreği dünyaya yeni gelmiş bir çocuk gibi bakarmış o ilk saatlerde meğer.
Dilerim kanatlarınız rüzgarla dolsun ve yolunuz açık olsun.
ve Yahya Kemal ne demiş ? ‘Birçok gidenin hepsi memnun ki yerinden birçok seneler geçti dönen yok seferinden!’
Umutla Kalın !
Elif Gürses
Bir cevap yazın