Bu konuda yazmayı çok uzun zamandır istiyordum. Zira bana sorulan sorulardan da öyle anlıyorum ki çoğumuzun kafası karışık.! Bunun temel nedeni bir kısım hekimlerin ‘iyileşir’ bir kısım hekimlerin ise ‘iyileşmez’ demesi. Ancak bu sorunun cevabı ‘otoimmün hastalıklar’ söz konusu olduğunda çok daha kapsamlı aslında ama kimse de zahmet edip konuyu detaylandırmıyor doğrusu.
Madem bana da ‘iyileştiniz mi?’ diye sürekli soruyorsunuz o halde bu açıklamayı ben yapayım. Öncelikle “İYİLEŞME”den ne anlamamız gerektiğini netleştirmeliyiz.
Bazı kelimelerin İngilizce’den Türkçe’ye çevirisi tam karşılığını bulmuyor. Zira Türkçede kısaca “İYİLEŞME” olarak kullanılan kelime ingilizcede –cure, remission ve reverse – gibi birbirinden farklı kavramlara karşılık gelebilir. İşte zaten işin sırrı da burada. Zira eğer iyileşmeden kastınız “Cure” yani “Çaresi bulundu/tamamen bitti” ise, üzülerek söylemek isterim ki otoimmün hastalıkların ‘kesin’ çözümü yok.! Aynen kırılan bir vazo gibi, vazoyu çok iyi yapıştırabilirsiniz ama siz gözle görmesenizde o kırık hep orada bir yerde ve ufak bir darbede aynı yerden çatlayabilir.
Gelelim bizim anlamamız gereken “İYİLEŞME” kavramına.
Öncelikle unutulmaması gereken 1. önemli nokta kök nedenler ortadan kaldırılmadıkça otoimmun hastalıklar özünde ilerleyen hastalıklardır. Kullanılan ilaçlar kök nedenleri tedavi etmez, bulguları bastırır. Eğer önlem almazsanız zamanla hayat kalitenizi etkileyecek bulgular ile boğuşmak zorunda kalırsınız. Ayrıca potansiyel olarak yeni otoimmun hastalıklar da kapınızı çalabilir.
Gelelim GÜZEL HABERE..
Beslenme ve yaşam değişiklikleri ile otoimmun hastalıkların ilerlemesi durdurulabilir, kontrol altına alınabilir ve “hastalık remisyona girebilir’ (gerileme/tersine çevirme).
Remisyon kağıt üzerinde otoimmun ve enflamasyon değerlerimizin gerilemesi ve normal sınırlara doğru yol alması anlamındadır. Yeterince normal sınırlara gerilerse ve dilerseniz “idealinde sizi dinleyen” hekiminizle oturur enine boyuna ilacının dozunu düşürme veya bırakmayı da değerlendirerek, ortak bir karara varabilirsiniz.! Umarım yeterince anlaşılır olmuştur ?
Çok sevdiğim bir söz var..! “MÜKEMMEL İYİNİN DÜŞMANIDIR..!”
“HASTALIĞINIZLA DANS ETMEYİ ÖĞRENİN”.
Hastalığınızı bir düşman gibi görüp mücadele etmeyin, inatlaşmayın. Ağlayan çocuğa bağırmak çocuğu susturamayacağınız gibi sizin de isyan edip hastalığa kafa tutmanız sizi bir yere götürmeyecek.
‘Otoimmün Şifa’ süreci hayat boyu süren bir yolculuktur. Vücudunuz tolere sınırını geçinceye kadar aslında sizi ‘yıllarca’ idare etmiştir. O yüzden de ‘Şifalanma’ süreci de kişiden kişiye değişmekle birlikte (tetikleyici faktörlere bağlı) kısa bir süreç değildir.
Öncelikle şunu unutmamak lazım. Vücudumuz ona ihtiyacı olanı verirseniz kendi kendini onarmaya odaklı mükemmel bir tasarımdır. Bağışıklık sistemimiz bizi korumak adına sürekli tehlikelerle mücadele halindedir. Vücudun kendi dokularına saldırısı olarak ifade edilen otoimmün hastalıklarda aslında genel bilinenin aksine vücut kendi doku ve organlarını değil ortamdaki yabancı/patojen/tehlike olarak gördüğü şeyleri (örn.enfeksiyonlar) yok etme uğrasındadır. Moleküler benzerlik gibi nedenlerle dokular zarar görmektedir.
Ne yazık ki şifalanma sürecinde günümüz yaşam şartları da insan bedeninin yakasını bırakmıyor. Sürekli stres altında olan kişi, vücudun şifalanma modu olan ‘Dinlen, sindir, yenilen’ moduna girmekte zorlanıyor. Yanı sıra hayatımızdaki toksinler, elektromanyetik dalgalar, uykusuzluk, yapay ışıklarla bozulan biyoritminiz, konvansiyonel gıdalarla (ve yetersiz) bozulan mikrobiyotamız gibi etkenleri alt alta koyduğunuzda zavallı vücudumuza ne çok eziyet ettiğimizi daha iyi anlayabiliriz.
Ayrıca ‘Lütfen’ kendinizi herkesle karşılaştırmayı da bırakın. Herkesin genetik 🧬 kodları ve yetiştikleri ortam/aile/çevre farklı olduğu gibi hastalıklarımızın tetikleyicileri de birbirinden tamamen farklı olabilir. O yüzden ‘Gluteni, sütü bıraktım herşey düzeldi’ diyenler olabileceği gibi ‘Sağlıklı besleniyorum ama hala yeterince iyi hissetmiyorum!’ Diyenler de olacaktır. Bu durumda yapılması gereken yolculuğu bırakmak değil, sorunun diğer kaynaklarını da araştırmaktır. Ve hatta ‘yaşam ve düşünce değişikliğine gitmektir’. Hastalıkların duygusal ve ruhsal tetikleyicilerini kesinlikle hafife almayın. Düşüncelerin ve duyguların gücüne inanın…!
Son olarak lütfen moralinizi ve motivasyonunuzu yüksek tutun. Zira bedenin buna ihtiyacı var. Otoimmün hastalıklarda aynen bir önceki postta verdiğim vazo örneğinde olduğu gibi dikkatsizlik/ihmal anınızda bazen çatlaktan su sızabilir. Yani ‘Otoimmün ataklar yaşayabilirsiniz’. Bu çok normal, panikleyip umutsuzluğa kapılmaya gerek yok.
Belki o ara kötü beslendiniz, dost bakterileriniz ilgi görmedi, ortamı kötüler sardı, besin ihtiyaçlarınız yetersizdi, belki de besinleri (veya duyguları) sindiremediniz. Belki çok üzüldünüz, gerildiniz. Belki kendinizi çok zorladınız ve/veya uykularınız düzensizdi, belki de olumsuz düşüncelere kapıldınız. Tek yapmanız gereken şey ‘atağa neden olan faktörleri gözden geçirip tekrar elimine etmek’. Aynen çocuğunuz ağladığında ona gösterdiğiniz ilgi gibi bedeninize de sabırla ilgi gösterip, ihtiyacı olanı verip, sırtını sıvazlayıp yeniden gülümsemesini sağlayabilirsiniz. Özetle ihtiyacımız olan SABIR, DOĞRU YÖNETİLEN BİR İLGİ ve SEVGİ.
Bir cevap yazın